Sunday, September 16, 2012

Çift Motorluyla İlk Uçuşlarım Başladı

Geçen haftaki CPL sevincinden sonra bu hafta çift motorlu uçak eğitimine başladım. "Multi Engine / Çok Motorlu" uçak adı verilen bu eğitim diğerlerine göre oldukça kısa olmasının yanında, Amerika'daki eğitimimin son aşaması olma özelliğini taşıyor. Bizim okulda bu eğitim Piper'ın Seminole modeli uçaklarla veriliyor; Türkiye'de Diamond DA-42 ile de, kısa süre de olsa, uçacağız. Bu aşamanın esas amacı hem öğrenciye uçağın iki yanında ve biribirinden bağımsız kumanda edilen iki motoru bulunan uçağın kontrolünü öğretmek; hem de bu uçağı tek motorla, yani asimetrik itişle uçurabilme becerisi kazandırmak. Bizim için bir taraftan "glass cockpit"'e, yani elektronik göstergelere geçiş niteliği de taşıyan bu uçak türünde daha ilk uçuşlarımı yeni tamamladım. Şu ana kadar uçağı her iki motoru da çalışır durumda kullandım ve önemli bir sorun yaşamadım; zîrâ her yeni uçakta öğrenme süresi bir öncekine göre daha kısa oluyor. Bugün hocamla birlikte uzun "cross-country" ayağını tamamladık; önümüzdeki hafta da muhtemelen tek motorlu uçuşlara geçeceğiz. Yine Savannah'ya olan bu uçuştan (havanın azizliği yüzünden Key West rotamızı iptal ettik) iner inmez küçük bir hatıra resmi çaldım 8)



Okulun en külüstür Seminole'u bugünkü Savannah yol arkadaşımız oldu. Yine de güzel duruyor mavi-beyaz boyasıyla...

Piper Seminole ve çok motorlu uçuşla ilgili öğrendiklerimi daha sonra paylaşacağım.


***

Saturday, September 15, 2012

Approaching via...


Getting prepared to fly a common route on my first IFR cross-country in a multi engine aircraft, I found a nice detail on the approach plate. Check out the pic 8)


***

Tuesday, September 4, 2012

Savannah'ya Pazar Gezisi

Koskoca Google kendi blog servisini nasil bu kadar ihmal eder, anlamiyorum. Bilgisayarda ulasilabilen hemen her hizmetin iyi birer mobil uygulamasi varken Blogspot'unki neden bu kadar yetersiz, ayrica ucretlidir acaba?!

Ben de bu yuzden bunlari ancak not defterime (hem de bunun bile uygulamasi varken) yazabiliyorum! Zira sabah erkenden kalkip gule oynaya ciktigim "time building" ucusum an itibariyla kisa bir kesintiye ugramis durumda. Ben bunu anlik olarak paylasmak istemistim; ama bu Reha Muhtar'vâri atraksiyonu bahsettiğim teknik nedenlerden dolayı yapamıyorum.

Her neyse; Melbourne'dan yaklasik 250 mil mesafe uzaktaki Savannah kentine uctum bugun. Pazar gununu ve bizimkilerin sınava çalışıyor olmasını fırsat bilerek dispatch’i aradım. Filonun kalanıyla birlikte yatışta olan N625FT’yu Pazar sabahından akşamüstüne kadar yol arkadaşım olarak devraldım. Uzun zamandır gezmek istediğim Savannah'ya gitmek için bundan daha uygun bir gün muhtemelen bulamayacaktım; özellikle Isaac tayfunu Amerika’yı kasıp kavururken. Hazırlığımı akşamdan yapıp sabah yola çıktım.

Savannah’ın gidiş-geliş uçuş süresi beş buçuk saati buluyor. Bu benim için iyi; zaten bu popüler rotayı biraz da uzun sürdüğü için tercih ettim. Bunun nedeni şu: eğitimimizin tamamlanabilmesi için yalnızca dersleri değil, 100 saatlik solo uçuş süresini de tamamlamamız gerekiyor. “Time building” adı verilen bu serbest uçuşlar, ortalama 60-70 saat süren ders sololarından farklı olarak tamamen serbest uçuş niteliği taşıyor. Dolayısıyla uçakların müsait olma durumuna göre hocalarımızla konuşarak yazdırdığımız programlar çerçevesinde bu zaman doldurma uçuşlarını da, ders uçuşlarının haricinde uçuyoruz. Güvenlik kuralları çerçevesinde tamamen bizlerin tercihine bırakılan uçuş rotalarının sorumluluğu da doğal olarak bizlere ait. Bu yüzden time building uçuşlarımızı planlarken herkesin tercihi farklı oluyor. Bazı pilotlar eğitim sahasında manevra alıştırması yapmayı tercih ederken bazıları biribirine yakın birkaç farklı havaalanına uçuyor. Ben genellikle ya kendi havaalanımda kalıp iniş çalışıyorum; ya da tecrübe kazanmak için tek bacak uzun mesafe uçuşları tercih ediyorum.
Detaylı haritayı BURADAN
görebilmek mümkün.

Melbourne- Savannah oldukça basit ve yön bulması kolay bir rota. Sadece tek bir yön değişikliği sizi denizin üzerinde uçmak zorunda bırakmadan ta Georgia’ya kadar sahil üzerinden götürüyor. Haritada görebileceğiniz gibi yol üzerinde neredeyse adım başı havaalanı var; bu açıdan güvenli de. Güneydeki geniş bataklık alanlarıyla Everglades’i ve içinde yaşayan iri kıyım timsahları düşününce kuzey rotalarını biraz da bu yüzden seviyorum sanırım. Class B hava sahalarını timsahlara tercih ediyorum anlayacağınız!

Daytona ve NASCAR yarışlarının
yapıldığı ünlü yarış pisti
Yola çıkmak için sabah 9’da kalktım, havaalanına gittikten sonra güvenlik takıntılı bir insan olarak dosyamı açtırdım (ve Savannah’da kapatmayı unutup FSS’ten fırçayı yedim, ayrı konu), havada Orlando Approach (yaklaşma kontrol merkezi, hava sahasının trafik polisleri)’a bağlanıp 6500’e tırmandım, Craig üzerinde rotam kuzey-doğu’ya döneceği için zorunlu olarak irtifa değiştirmeliydim; bu noktadan sonra 7500’ü tercih ettim. 14 santigrat derecelik havada ben de uçağım da gayet halimizden memnun halde Savannah’ya kadar gittik. Melbourne’ün 6 tane pistinin aksine 4 tane pisti bulunan Savannah Hilton-Head International terminali ve apronlarıyla Melbourne’den çok daha büyük bir meydan. Class C hava sahası altında bulunan havaalanında Gulfstream firmasının çok sayıda tesisini ve onlarca üretimden yeni çıkmış uçağını da görmek mümkün.

Kuzey Florida ve özellikle Georgia eyaleti üzerindeyken
altımdaki nehirleri seyretmek keyifliydi
Gulfstream'in havaalanının çevresinde
bulunan çok sayıda tesisinden biri
Havaalanından esas görmek istediğim yere, yani Savannah’ın Amerika’lıların “downtown” dedikleri şehir merkezine ulaşmam, şehrin yabancısı olduğum için biraz zamanımı aldı. Yine de sonunda çabalarıma değdiğini gördüm. 1700’lü yıllarda kurulan şehir, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk kolonistleri tarafından inşa edilmiş. Fazla büyük olmasa da çok sevimli bir şehir Savannah. Tüm cadde ve sokakları, bunları çevreleyen binaları, anıtları ve parkları tamamen restore edilmiş birer tarihî eser. Gerçi turistik şehirlerde ne yazık ki pek eksik olmayan sahte bir pazarlama havası yer yer burada da hissedilmiyor değil; ayrıca araç trafiği de ben gittiğimde epey yoğundu. Bunun yanında şehrin onca olumlu yanı, bu küçük ayrıntıların hoşgördürüyor insana.

Troley denilen rüküş
turist otobüslerinden biri
Zaman zaman kendimi Karaköy'de sandığım
bile oldu.
Savannah hem düzenli, hem de gerçekten ince bir zevkle tasarlanmış bir şehir. 2 saat boyunca oturup bir şeyler bile yemek istemeden keyifle dolaşma şansı buldum burada. Tertemiz sokaklarda at arabaları ve biraz yapmacık duran turist troleylerinden başka benim gibi elinde fotoğraf makinalarıyla çoğunlukla yerli turistler dolaşıyordu. Meşhur Savannah nehrinin kıyısında taş binaların teraslarında mesken tutmuş cafe’ler, nehir kenarında da nehir tekneleri ve standları başından ayrılmayan satıcılar vardı ki ne yalan söyleyeyim şehrin daha az turistik olan iç kısımlarını nehir kıyısına göre daha çok beğendim. Tek bir farkla; o da Florida’ya geldiğimden beri (komiktir ki) doğru dürüstünü dinleme şansı bulamadığım caz müziğinin bir nehir teknesinden bangır bangır geldiğini duydum, hoşuma gitti. Ne yazık ki fazla zamanım kalmadığı için gidip bir bilet alamadım. Geçen sene Savannah müzik festivalini kaçırmıştım; şimdi de bu kaçtı, ama olsun, en azından ayağımızı alıştırdık 8)

Bunlar gibi daha bir çok güzel tablo
satılıyordu
Her neyse, şehirde bir sanat akademisi gördüm, ama Pazar olduğu için kapalıydı sanırım. Onun dışında kısa bir süre bakma şansı bulduğum çarşısında yağlıboya tablolar satan dükkanlar hoşuma gitti. Resimden anlamam, ama genellikle modern müzik temalı olan çok güzel tablolar gördüm; öğrenci işi olmuyor tabii maalesef bu meretler, ayrı konu (@#$%&!!!). Bir de, Nişantaşı tadında bir caddeleri var; orada bal ürünleri satan bir dükkan vardı, o da güzel görünüyordu.

Dönüş yolu için biraz da koşturarak döndüğüm havaalanında, uçağımı park edip yakıtımı aldığım Signature Air’a ulaştığımda küçük bir sürprizle karşılaştım: hava tahminlerinin aksine hava bozuyordu. Hayır, acele edip kalkma yoluna gidemedim; çünkü batıdan gelen fazla büyük olmayan bir fırtına bulutu tam kalkış rotasının üzerinde duruyordu. Neyse ki yağışını boşaltmaya çoktan başlamıştı ve bize yavaş yavaş yaklaşırken etkisini kaybediyordu. Çaresiz, gözümü bilgisayardaki radar ekranına dikip, arada bir pencereden tepemizdeki karaltının geçmesini bekleyerek bir buçuk saat orada takılmak zorunda kaldım. Georgia’lı çalışanların, özellikle de sekreterin aksanını dinlerken Benjamin Button filmini hatırlayıp kendi kendime tebessüm ettiğimi fark ettim.
Sağda: Tarihi pamuk borsa binası
önünde bulunan kanatlı arslan heykeli.

Solda bulunan faytonlardan ise şehrin
her yerinde görmek mümkün.

 Solda gördüğünüz iş jetinin arkasından,
direkle jetin kuyruğu arasında kalan boş-
luktan bana taksi yaptıran görevliye
buradan selâm ediyorum!!!
Fırtına programımın sarkmasına neden olunca okulu arayıp “extension”, yani süre uzatma istedim mecburen. Neyse ki benim uçağın kardeşleri gibi “uzun oturmakta” olan dispatcher arkadaş bana bonkör bir uzatma verdi; böylece geç kalıp ceza yemekten kurtuldum.

Dönüş yolunda karşıma çıkan bir kümülonimbüs yüzünden, Savannah saha kontrol’den izin alarak rotamdan biraz saptıysam da önemli bir değişiklik ve zaman kaybı yaşamadan, 23 galon yakıt harcayarak yuvaya dönebildim. Gece saat 10’da uçağın anahtarını teslim ederken yalnız başıma geçirdiğim bu güzel günü ve beni evime beş buçuk saat daha yaklaştıran solo uçuşumu düşünerek sırıtıyordum. 2 saatlik gece solosu ve bir gece inişi daha da cepte bu arada...


Dönüş için kalkmam akşam 7'yi buldu. İki buçuk saatlik yol boyunca önce sağımda gün batımı, sonra solumda
ay doğumu bana eşlik ettiler. Keyifli bir günün sonunda iyi bir kapanış oldu.

Ek: İlüzyon

Bu arada tam güneşin batıp ayın doğacağı arada kısa bir süre için küçük, ama dikkat edilmesi gereken bir ilüzyon yaşadım: Uçuş sırasında, özellikle gece uçuşlarında her ne kadar VFR (görerek uçuş) mantığına uygun olarak gözümüz dışarıda olsa da, temel uçuş göstergelerine daima göz atmak gerekiyor. Güneye doğru dönüşüm sırasında sol yanımda kalan deniz, parçalı bulutların da etkisiyle tamamen karanlıktı. Bulutların arasındaki uzun çatlaktan başka hiçbir renk görünmüyordu; bu da ayın ilk ışıklarının etkisiyle koyu lacivert bir ufuk izlenimi veriyordu. Öte yandan işin aslı, bu ufuk tamamen aldatıcıydı (false horizon); bunu ay "denizin ortasından" doğmaya başladığı zaman anladım! Yansıma değildi; ay benim ufuk sandığım bulut çatlağının oldukça altından, gerçek ufuktan doğuyordu sadece. Bulutun kendisi de deniz gibi siyah olduğundan çatlağın üst kısmı, bulut tabanı gibi duruyordu, ki bu doğru değildi. Bu durumda eğer:

1) Denizin üzerinde uçuyor olsaydım, altımda şehir ışıkları olmasaydı,
2) Göstergelerimi, özellikle yapay ufuk ve altimetremi kontrol etmiyor olsaydım ve
3) Ayın doğduğu doğu yönüne doğru uçuyor olsaydım ya da bu yalancı ufuk solumda değil de karşımda olsaydı;

farkında olmadan tırmanıyor olacaktım ki sonuçları hipoksiya'ya kadar gidebilecek bir durum doğabilirdi. Paylaşmak istedim.


***