Koskoca Google kendi blog servisini nasil bu kadar ihmal
eder, anlamiyorum. Bilgisayarda ulasilabilen hemen her hizmetin iyi birer mobil
uygulamasi varken Blogspot'unki neden bu kadar yetersiz, ayrica ucretlidir
acaba?!
Ben de bu yuzden bunlari ancak not defterime (hem de bunun
bile uygulamasi varken) yazabiliyorum! Zira sabah erkenden kalkip gule oynaya
ciktigim "time building" ucusum an itibariyla kisa bir kesintiye
ugramis durumda. Ben bunu anlik olarak paylasmak istemistim; ama bu Reha
Muhtar'vâri atraksiyonu bahsettiğim teknik nedenlerden dolayı yapamıyorum.
Her neyse; Melbourne'dan yaklasik 250 mil mesafe uzaktaki
Savannah kentine uctum bugun. Pazar gununu ve bizimkilerin sınava çalışıyor
olmasını fırsat bilerek dispatch’i aradım. Filonun kalanıyla birlikte yatışta
olan N625FT’yu Pazar sabahından akşamüstüne kadar yol arkadaşım olarak devraldım.
Uzun zamandır gezmek istediğim Savannah'ya gitmek için bundan daha uygun bir
gün muhtemelen bulamayacaktım; özellikle Isaac tayfunu Amerika’yı kasıp
kavururken. Hazırlığımı akşamdan yapıp sabah yola çıktım.
Savannah’ın gidiş-geliş uçuş süresi beş buçuk saati buluyor.
Bu benim için iyi; zaten bu popüler rotayı biraz da uzun sürdüğü için tercih ettim. Bunun nedeni şu: eğitimimizin tamamlanabilmesi için yalnızca dersleri değil, 100 saatlik
solo uçuş süresini de tamamlamamız gerekiyor. “Time building” adı verilen bu
serbest uçuşlar, ortalama 60-70 saat süren ders sololarından farklı olarak
tamamen serbest uçuş niteliği taşıyor. Dolayısıyla uçakların müsait olma
durumuna göre hocalarımızla konuşarak yazdırdığımız programlar çerçevesinde bu
zaman doldurma uçuşlarını da, ders uçuşlarının haricinde uçuyoruz. Güvenlik
kuralları çerçevesinde tamamen bizlerin tercihine bırakılan uçuş rotalarının
sorumluluğu da doğal olarak bizlere ait. Bu yüzden time building uçuşlarımızı
planlarken herkesin tercihi farklı oluyor. Bazı pilotlar eğitim sahasında
manevra alıştırması yapmayı tercih ederken bazıları biribirine yakın birkaç
farklı havaalanına uçuyor. Ben genellikle ya kendi havaalanımda kalıp iniş
çalışıyorum; ya da tecrübe kazanmak için tek bacak uzun mesafe uçuşları tercih
ediyorum.
|
Detaylı haritayı BURADAN
görebilmek mümkün. |
Melbourne- Savannah oldukça basit ve yön bulması kolay bir
rota. Sadece tek bir yön değişikliği sizi denizin üzerinde uçmak zorunda
bırakmadan ta Georgia’ya kadar sahil üzerinden götürüyor. Haritada
görebileceğiniz gibi yol üzerinde neredeyse adım başı havaalanı var; bu açıdan
güvenli de. Güneydeki geniş bataklık alanlarıyla Everglades’i ve içinde yaşayan
iri kıyım timsahları düşününce kuzey rotalarını biraz da bu yüzden seviyorum
sanırım. Class B hava sahalarını timsahlara tercih ediyorum anlayacağınız!
|
Daytona ve NASCAR yarışlarının yapıldığı ünlü yarış pisti |
Yola çıkmak için sabah 9’da kalktım, havaalanına gittikten sonra güvenlik takıntılı bir insan olarak dosyamı
açtırdım (ve Savannah’da kapatmayı unutup FSS’ten fırçayı yedim, ayrı konu),
havada Orlando Approach (yaklaşma kontrol merkezi, hava sahasının trafik
polisleri)’a bağlanıp 6500’e tırmandım, Craig üzerinde rotam kuzey-doğu’ya
döneceği için zorunlu olarak irtifa değiştirmeliydim; bu noktadan sonra 7500’ü tercih ettim. 14 santigrat derecelik havada ben de uçağım da gayet halimizden memnun halde Savannah’ya
kadar gittik. Melbourne’ün 6 tane pistinin aksine 4 tane pisti bulunan Savannah
Hilton-Head International terminali ve apronlarıyla Melbourne’den çok daha
büyük bir meydan. Class C hava sahası altında bulunan havaalanında Gulfstream
firmasının çok sayıda tesisini ve onlarca üretimden yeni çıkmış uçağını da
görmek mümkün.
|
Kuzey Florida ve özellikle Georgia eyaleti üzerindeyken altımdaki nehirleri seyretmek keyifliydi |
|
Gulfstream'in havaalanının çevresinde bulunan çok sayıda tesisinden biri |
Havaalanından esas görmek istediğim yere, yani Savannah’ın Amerika’lıların
“downtown” dedikleri şehir merkezine ulaşmam, şehrin yabancısı olduğum için
biraz zamanımı aldı. Yine de sonunda çabalarıma değdiğini gördüm. 1700’lü
yıllarda kurulan şehir, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk kolonistleri
tarafından inşa edilmiş. Fazla büyük olmasa da çok sevimli bir şehir Savannah.
Tüm cadde ve sokakları, bunları çevreleyen binaları, anıtları ve parkları
tamamen restore edilmiş birer tarihî eser. Gerçi turistik şehirlerde ne yazık ki pek
eksik olmayan sahte bir pazarlama havası yer yer burada da hissedilmiyor değil; ayrıca araç trafiği de ben gittiğimde epey yoğundu. Bunun yanında şehrin onca olumlu yanı, bu küçük ayrıntıların hoşgördürüyor insana.
|
Troley denilen rüküş turist otobüslerinden biri |
|
Zaman zaman kendimi Karaköy'de sandığım bile oldu. |
Savannah hem
düzenli, hem de gerçekten ince bir zevkle tasarlanmış bir şehir. 2 saat boyunca oturup bir
şeyler bile yemek istemeden keyifle dolaşma şansı buldum burada. Tertemiz sokaklarda
at arabaları ve biraz yapmacık duran turist troleylerinden başka benim gibi
elinde fotoğraf makinalarıyla çoğunlukla yerli turistler dolaşıyordu. Meşhur
Savannah nehrinin kıyısında taş binaların teraslarında mesken tutmuş cafe’ler,
nehir kenarında da nehir tekneleri ve standları başından ayrılmayan satıcılar
vardı ki ne yalan söyleyeyim şehrin daha az turistik olan iç kısımlarını nehir
kıyısına göre daha çok beğendim. Tek bir farkla; o da Florida’ya geldiğimden
beri (komiktir ki) doğru dürüstünü dinleme şansı bulamadığım caz müziğinin bir
nehir teknesinden bangır bangır geldiğini duydum, hoşuma gitti. Ne yazık ki fazla
zamanım kalmadığı için gidip bir bilet alamadım. Geçen sene Savannah müzik festivalini
kaçırmıştım; şimdi de bu kaçtı, ama olsun, en azından ayağımızı alıştırdık 8)
|
Bunlar gibi daha bir çok güzel tablo satılıyordu |
Her
neyse, şehirde bir sanat akademisi gördüm, ama Pazar olduğu için kapalıydı
sanırım. Onun dışında kısa bir süre bakma şansı bulduğum çarşısında yağlıboya tablolar
satan dükkanlar hoşuma gitti. Resimden anlamam, ama genellikle modern müzik
temalı olan çok güzel tablolar gördüm; öğrenci işi olmuyor tabii maalesef bu
meretler, ayrı konu (@#$%&!!!). Bir de, Nişantaşı tadında bir caddeleri
var; orada bal ürünleri satan bir dükkan vardı, o da güzel görünüyordu.
Dönüş yolu için biraz da koşturarak döndüğüm havaalanında,
uçağımı park edip yakıtımı aldığım Signature Air’a ulaştığımda küçük bir
sürprizle karşılaştım: hava tahminlerinin aksine hava bozuyordu. Hayır, acele
edip kalkma yoluna gidemedim; çünkü batıdan gelen fazla büyük olmayan bir
fırtına bulutu tam kalkış rotasının üzerinde duruyordu. Neyse ki yağışını
boşaltmaya çoktan başlamıştı ve bize yavaş yavaş yaklaşırken etkisini
kaybediyordu. Çaresiz, gözümü bilgisayardaki radar ekranına dikip, arada bir
pencereden tepemizdeki karaltının geçmesini bekleyerek bir buçuk saat orada
takılmak zorunda kaldım. Georgia’lı çalışanların, özellikle de sekreterin
aksanını dinlerken Benjamin Button filmini hatırlayıp kendi kendime tebessüm
ettiğimi fark ettim.
|
Sağda: Tarihi pamuk borsa binası önünde bulunan kanatlı arslan heykeli.
Solda bulunan faytonlardan ise şehrin
her yerinde görmek mümkün. |
|
Solda gördüğünüz iş jetinin arkasından,
direkle jetin kuyruğu arasında kalan boş-
luktan bana taksi yaptıran görevliye
buradan selâm ediyorum!!! |
Fırtına programımın sarkmasına neden olunca okulu arayıp “extension”,
yani süre uzatma istedim mecburen. Neyse ki benim uçağın kardeşleri gibi “uzun
oturmakta” olan dispatcher arkadaş bana bonkör bir uzatma verdi; böylece
geç kalıp ceza yemekten kurtuldum.
Dönüş yolunda karşıma çıkan bir kümülonimbüs
yüzünden, Savannah saha kontrol’den izin alarak rotamdan biraz saptıysam da
önemli bir değişiklik ve zaman kaybı yaşamadan, 23 galon yakıt harcayarak
yuvaya dönebildim. Gece saat 10’da uçağın anahtarını teslim ederken yalnız
başıma geçirdiğim bu güzel günü ve beni evime beş buçuk saat daha yaklaştıran
solo uçuşumu düşünerek sırıtıyordum. 2 saatlik gece solosu ve bir gece inişi
daha da cepte bu arada...
|
Dönüş için kalkmam akşam 7'yi buldu. İki buçuk saatlik yol boyunca önce sağımda gün batımı, sonra solumda ay doğumu bana eşlik ettiler. Keyifli bir günün sonunda iyi bir kapanış oldu. |
Ek: İlüzyon
Bu arada tam güneşin batıp ayın doğacağı arada kısa bir süre için küçük, ama dikkat edilmesi gereken bir ilüzyon yaşadım: Uçuş sırasında, özellikle gece uçuşlarında her ne kadar VFR (görerek uçuş) mantığına uygun olarak gözümüz dışarıda olsa da, temel uçuş göstergelerine daima göz atmak gerekiyor. Güneye doğru dönüşüm sırasında sol yanımda kalan deniz, parçalı bulutların da etkisiyle tamamen karanlıktı. Bulutların arasındaki uzun çatlaktan başka hiçbir renk görünmüyordu; bu da ayın ilk ışıklarının etkisiyle koyu lacivert bir ufuk izlenimi veriyordu. Öte yandan işin aslı, bu ufuk tamamen aldatıcıydı (false horizon); bunu ay "denizin ortasından" doğmaya başladığı zaman anladım! Yansıma değildi; ay benim ufuk sandığım bulut çatlağının oldukça altından, gerçek ufuktan doğuyordu sadece. Bulutun kendisi de deniz gibi siyah olduğundan çatlağın üst kısmı, bulut tabanı gibi duruyordu, ki bu doğru değildi. Bu durumda eğer:
1) Denizin üzerinde uçuyor olsaydım, altımda şehir ışıkları olmasaydı,
2) Göstergelerimi, özellikle yapay ufuk ve altimetremi kontrol etmiyor olsaydım ve
3) Ayın doğduğu doğu yönüne doğru uçuyor olsaydım ya da bu yalancı ufuk solumda değil de karşımda olsaydı;
farkında olmadan tırmanıyor olacaktım ki sonuçları hipoksiya'ya kadar gidebilecek bir durum doğabilirdi. Paylaşmak istedim.
***